Hz. Ali döneminde ortaya
çıkan siyasî ve itikadî mezhep. Mezhebe Hâricı"lik adının verilmesi
konusunda çok çeşitli yorumlar yapılır. Mezhepler tarihçilerince en
çok kabul gören yoruma göre, mezhep üyeleri, ümmetin başındaki hak imam
olan Hz. Ali'ye karşı çıkarak itâattan ayrıldıkları için Havâric (Hâriciler)
olarak anılmış, mezheblerine de Hâricilik adı verilmiştir. Kendi ifadelerine
göre ise, Allah yolunda huruc etmelerinden dolayı hâricîler adını almışlardır.
Hâricîler başka adlar ve lâkablarla da anılmış, tanınmışlardır. Sözgelimi
Hz. Ali'nin ordusundan ayrıldıklarında ilk toplandıkları yer olan Harûra'nın
adına izafetle Harûrîler (Harûrîye); Allah'tan başka kimsenin hüküm
verme yetkisine sahip olmadığı gerekçesiyle hakem olayına karşı çıktıkları
için el-Muhakkime adıyla anılmışlardır. Kendilerinin ençok hoşlanarak
kullandıkları isim ise Şürât'tır. Satın alıcı anlamındaki Şârî'nin çoğulu
olan Şürât'ı kendini Allah'a verenler, satanlar anlamında kullanıyorlardı.
Hâricîler iman sorununa yanlış bir usulle yaklaşarak bu konuda kimlerin
kâfir olduğunu tartıştılar. Hakem olayında hakemlik yapanları ve taraflarını
kafir ilan ettiler. Cemel Vak'ası'na karışanları ve taraftarlarını lânetlediler.
Adâletsiz hükümdara karşı isyanı bütün mü'minlere farı kabul ettiler.
Büyük günâhlar işleyen (mürtekîbü'l-kebâir) herkesi kâfir ilân ettiler
(el-Bağdâdî, el-Fark beyne'l-Firâk, s. 55).
Hâricîler, Hz. Ali ile Şam valisi Muâviye arasında yapılan Sıffin savaşında,
sorunun çözümü için tarafların birer hakem atamaları üzerine ortaya
çıktılar. Onlara göre Allah'tan başka kimsenin herhangi bir konuda hüküm
verme yetkisi yoktur. (lâ hukme illâ lillâh). Böyle bir yetkiyi kabul
edenler kâfir olurlar. Sorunu hakemler aracılığı ile çözmeyi kabul ettiği
için Hz. Ali de kâfir olmuştur. Kâfir olduğuna inandıkları Hz. Ali'den
ayrılmanın farz olduğu düşüncesiyle Hâricîler, gizlice ordudan ayrılarak
Harûra'da toplandılar. Bu huruc (çıkış) hareketi ile İslâm tarihindeki
ilk siyasî parçalanma gerçekleşti. Harûra'dan sonra Nehrevân'da üslenen
bu grup, İslâm tarihinin en katı, en savaşçıl partisini oluşturdu (Ahmet
Emin, Duha'l-İslâm, III, 5).
İşin ilginç yanı, Kur'ân'ı mızraklarının ucuna takarak Hz. Ali ve ordusunu
kitab'ın hükmüne çağıranlar, bunu düpedüz yenilgiden kurtulmak amacıyla
bir hile olarak yapmışladı ve ilk başta buna aldanarak savaşı durdurması
ve isteklerini kabul etmesi için Hz. Ali'yi zorlayanlar, hattâ tehdit
edenler, sonradan hurûc edenlerle aynı insanlardı. Savaşı kendileri
durdurmuş, Hz. Ali adına, onun hiç istemediği bir kişiyi hakem atamışlar,
sonra da bütün bunlardan dolayı Hz. Ali ve ona uyanları kâfir ilân ederek
ayrılmışlardı. Bu durum, en bağnaz düşmanlarınca bile teslim edilen
doğruluk ve samimiyetleri konusunda şüphe uyandırdıktan başka, hareketin
kökeninde sadece inanç farkının yatmadığını da düşündürmektedir.
Mezhepler tarihçileri, Hâricîlerin ortaya çıkışını ünlü hakem olayına
bağlamakla birlikte başka nedenlerin varlığından ve etkisinden de sözetmektedirler.
Bunların en önemlileri şöyle özetlenebilir:
1. Hâricîlik hareketi, kurra diye bilinen son derece dindar ve bilgili
bir kesimin öncülük ettiği bir düşünceyi temsil etmektedir. Bu kesim
siyas"ı çalkantılardan ve toplumsal dengesizlikten rahatsız olmakta,
İslâm'ın ilk yıllarındaki ideal toplumun özlemini duymaktadırlar. Hâricîlik
hareketi, bu idealist grubun özlemlerini gerçekleştirme girişimidir.
2. Hâricîliğin ortaya çıkmasındaki önemli bir neden, merkezî yönetime
karşı süregelen geleneksel direniş psikolojisidir. Buna, câhiliye döneminin
zihin yapısını karakterize eden bireysel bağımsızlık eğiliminin de önemli
bir etkisi olduğu eklenebilir.
3. Hâricîlik hareketinde, çeşitli Arap kabîleleri arasında eskiden beri
süregelen kavmiyet psikolojisi ile babadan oğula geçen savaş ruhu da
önemli ölçüde kendisini göstermektedir.
4. Hâricîlerin ortaya çıkmalarına yol açan nedenlerden biri de, bu kişilerin
aşırı Şii fırkalardan olan Sebeiyye ile olan bağlantılarıdır. Hz. Osman'ın
şehid edilmesiyle sonuçlanan isyan hareketleri sebeiyye tarafından başlatılmış
ve yürütülmüştü. Hâricîler ve önderleri de bu hareketler içinde yeralmışlardı.
Hâricîler, Hz. Osman'ın şehîd edilmesi sorumluluğuna katılıyorlar, hattâ
bununla övünüyorlardı. Haremlerin bir anlaşma sağlamaları durumunda
hiç şüphesiz bundan en çok zarar görecekler Hâricîler olacaklardı. bu
riedenle Hz. Ali'yi terkederek bu yoldaki muhtemel bir gelişmenin etkilerinden
kendilerini kurtarmak istemişlerdi.
Hz. Ali'den ayrılarak önce Harûra'da, daha sonra Nehrevân'da toplanan
ve Abdullah b. Vehb er-Râsibî el-Ezdî'yi kendilerine halife seçen Hâricîler,
kısa zamanda tam bir terör havası estirmeye başladılar. Görüşlerine
katılmayan, önderlerini halife olarak tanımayan, Ali ve Osman'ı kâfir
ilân edip lânetlemeyen her müslümanı kâfir sayıyor, acımasızca öldürüyorlardı.
Başlangıçta sayıları on iki bin kadardı. Hz. Ali'nin çeşitli girişimleri
sonucunda büyük bir bölümü isyandan vazgeçerek Ali saflarına katılmış,
geride yalnız dört bin kişi kalmıştı. Bunların bütün uyarılara rağmen
eylemlerini sürdürmeleri, Hz. Ali'nin ordusuyla üzerlerine gelmesine
neden oldu. Nehrevân'da, Hz. Ali'nin ordusuyla Hâriciler arasında yapılan
savaş, güçler arasındaki dengesizlik nedeniyle Hâricîler için tam bir
felâketle sonuçlandı. Bazı rivâyetler bu savaştan ancak sekiz-on Hâricînin
kurtulabildiğini belirtir. Bu büyük hezimetten sonra hayatta kalabilen
Hâricîlerin her birinin başka bir yere kaçtıkları ve çok sayıda hâricî
kollar oluşturdukları söylenir.
Nehrevân bozgunu Hâriciler üzerinde silinmez bir etki bırakmış, onlar
için Allah yolunda ölmenin, şehâdetin bir simgesi hâline gelmiştir.
Bu olaydan sonra hâricileri yönlendiren en önemli duygu, intikam duygusu
olmuş ve bu, bir türlü tatmin edilememiştir. Hz. Ali bir Hâricî tarafından
şehîd edilmiş; Hâricîler, Emevîler ve Abbasîler döneminde de sayısız
isyan hareketiyle varlıklarını sürdürmüşlerdir (Taberî, Tarih, VI, 29
vd).
Hâricîlerin büyük çoğunluğunu bedevî çöl Arapları oluşturuyordu. Yaşama
şartları ve biçimleri, çoğu yoksul olan bu insanları sertliğe, şiddete
ve kabalığa sürüklemişti. Taşkın bir ruha, atılgan bir mizaca sahiptiler.
İslâm'a samimiyetle inanmışlardı ancak ufukları dar, düşünceleri yüzeyseldi.
Onlar için hareket her zaman bilgiden önce geliyordu. Bu nedenle inançlarındaki
samimiyet onları bağnazlığa, katılığa, hoşgörüsüzlüğe götürmüştü. Kendilerini
bilgi değil, bir din hâline getirdikleri slogan ve heyecanları yönlendiriyor,
muhâlif olma düşüncesi gerçeğe ulaşmalarını engelliyordu. Kur'ân'ı çok
okuyor, zâhir anlamına sarılıyor, kendi anladıklarının dışında başka
bir anlam tanımıyorlardı. Kendilerinin haklılık ve doğruluğundan öylesine
emindiler ki, her an ölmeye, kendilerini fedâ etmeye hazırdılar. Hiçbir
önemli neden olmadan tehlikelere atılmaktan sakınmıyorlardı. Kendileri
gibi düşünmeyen bütün insanları kâfir sayıyor, öldürülmeleri gerektiğine
inanıyor ve bu yolda son derece acımasız davranıyorlardı. Başlangıçta
tek bir slogan (lâ hukme illâ lillâh) etrafında toplanan Hâricîler,
Nehrevân olayından sonra çeşitli kişileri önder tanıyarak kollara ayrıldılar
ve kendilerine özgü kimi inanç ve düşünce ilkeleri belirlediler. Bu
kollar arasında, aynı kökten geldiklerinden şüpheye düşürecek kadar
derin görüş ayrılıkları görülür. Muhâlif tavırları ve savaşçılıkları
bir yana, düşünce ve inanç açısından paylaştıkları görüşler son derece
azdır. Mezhepler tarihçilerinden Ka'bî ve Şehristânî'ye göre bütün Hâricîler
yalnızca şu üç noktada görüş birliği içindedirler.
1. Hz. Ali ve Hz. Osman'ı, hakemler Amr b. el-Âs ve Ebû Musa el-Eş'arî'yi,
Cemel savaşına katılan Hz. Âişe, Talha ve Zûbeyir'i hakemlerin hükmüne
razı olan herkesi kâfir kabul etmek.
2. Büyük günâh işleyen kimseyi cehennemde ebedî olarak kalacak kâfirlerden
saymak.
3. Zâlim devlet başkanına karşı isyanı farz kabul etmek. Bunlara göre
ayrıca devtet başkanının Kureyş'ten olması gerekli değildir. Hür seçimle
işbaşına gelmesi şartıyla herkes İmam olabilir. Hattâ zulme saptığında
görevden alınması daha kolay olacağı için İmam'ın Kureyş'ten olmaması
daha iyidir. Seçimle başa geçirilen kişi doğru yoldan saparsa görevden
alınması, hattâ öldürülmesi farz olur.
Eş'arî ve Bağdâdî'ye göre hâricîler yukarıda sıralanan maddelerden yalnızca
birinci ile üçürıcüde sözbirliği içindedirler. İsferâyînî ve Razi'ye
göre ise, yalnız birinci ve ikinci maddede ittifak edebilmektedirler.
Bu bilginlere göre Hâricîler yalnız büyük günâh işleyenleri değil, küçük
günâh işleyenleri, hattâ bir hata yapanları bile kâfir saymaktadırlar.
Muhakkime-i Ulâ da denilen ilk Hâricîlerden sonra Hâricîlik çok sayıda
kola ayrıldı. Bunlar içinde en önemlileri, kendilerinden de birçok kollara
aynlan Ezânka, Necâdât, Sufriyye, Acâride, İbâdiyye ve Şebibiye'dir.
Ezârika, Ebû Râşid Nâfi b. el-Ezrâk'ı İmam tanıyan Hâricîlerin oluşturduğu
koldur. el-Ezrâk, taraftarlarıyla birlikte 64/683 yılında Basra'da isyan
etti, Ehvâz'da Basra valisinin kuvvetleriyle savaşırken öldürüldü (ö.
65/684). Ezârika'nın görûşleri şöyle özetlenebilir: Hz. Ali, Hz. Osman,
Hz. Âişe, Hz. Talha, Hz. Zübeyir, Hz. Abdullah b. Abbâs ve bunlarla
birlikte hareket edenlerin tümü kâfirdir ve cehenemde ebedî kalacaklardır.
Savaşlarda kendilerine katılmayarak bir kenarda oturmayı seçenler de
kâfirdir. Hem bunlar, hem de kadın ve çocuklarının öldürülmesi mübahtır.
Zinâ suçunun cezası kırbaçtır, recm uygulamak yanlıştır. Müşriklerin
çocukları da babaları ile birlikte cehennemde ebedî olarak kalacaklardır.
Takiyye hiçbir şekilde câiz değildir. Büyük günâh işleyen kimse İslâm'dan
çıkmıştır. İmam'ın emrine itâat, emri ister haklı, ister haksız olsun,
farzdır. İmamın emrine karşı gelen kâfir olur ve öldürülmesi gerekir.